9 dk
15/09/2025
Bongo İncelemeler
Rene Magritte Müzesi: Başkalaşan Geçişler
Gündelik yaşam nesneleri, taşıdıkları somut değerlerin ötesinde, bulundukları bağlam ile zihinlerde değişken bir kavramsallık yaratıyor. Bu hal, nesneleri kendi maddi varoluşlarından sıyırıp, zaman içerisinde geçmiş, gelecek ve şimdiki an ile tuhaf bir bağ kurduruyor. Böylelikle iletişimde olunan nesneler içsel bir yapıya bürünüyor ve zihinlerde imgeler oluşturuyor. Bireyden bireye farklılık gösteren bu görme biçimlerinin referans noktalarından biri olan somut gerçeklik algısı da gerçeküstücü Rene Magritte’in resimlerinde bozguna uğruyor.
Gündelik yaşam nesneleri, taşıdıkları somut değerlerin ötesinde, bulundukları bağlam ile zihinlerde değişken bir kavramsallık yaratıyor. Bu hal, nesneleri kendi maddi varoluşlarından sıyırıp, zaman içerisinde geçmiş, gelecek ve şimdiki an ile tuhaf bir bağ kurduruyor. Böylelikle iletişimde olunan nesneler içsel bir yapıya bürünüyor ve zihinlerde imgeler oluşturuyor. Bireyden bireye farklılık gösteren bu görme biçimlerinin referans noktalarından biri olan somut gerçeklik algısı da gerçeküstücü Rene Magritte’in resimlerinde bozguna uğruyor. Magritte eserlerinde, izleyicinin alışık olmadığı bağlamlara dünyanın gerçekliğini ekliyor. Bu gerçeklik yanılsaması ya da kırılması durumu nesnelere varlıksal olarak yeni anlam/anlamlar kazandırıyor. Nesnelerin görüntülerini doğal görünüşlerinin dışına çıkartıp, mantığa ve akla ters düşecek biçimde, düşsel bir ortam içinde gözler önüne seriyor. Ressamın yarattığı bu gerçeküstü evrenin önemli eserlerinin ve hayatına dair birçok detayın yer aldığı Rene Magritte Müzesi ise Belçika’nın başkenti Brüksel’de bulunuyor.
GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE RENE MAGRITTE
İlk manifestosu, hareketin lideri kabul edilen Andre Breton tarafından 1924 yılında hazırlanmış olan Gerçeküstücülük hareketi, savaşa ve onun getirdiği toplumsal bunalımlara karşı ortaya çıkmıştı. İçine doğmuş olduğu Batı ahlak ve akılcılığına, sanayinin ve kapitalizmin ürettiği eşitsizliğe sertçe karşı çıkan sanatsal ve kültürel akımlardan biri olarak insanın tüm bunlarla kendi düşsel ve sezgisel yetileri aracılığıyla savaşabileceğini öne sürmüştü. Hareketin temeli, Freud’un psikanalizinde de görülen (otomatizm tekniği) “rüya ile gerçekliği birleştirme”ye dayanıyor. Yaratımlarında rüyalara ve sezgilere öncelik tanıyan bu akım, sanatı atfedilen yüceliğinden arındırıp, gündelik hayatta her insanın yaşamında var olabilecek bir duruma evirmek istiyordu.
Çiğdem Aslantaş